Dijital etki yaratma sanatı, son yıllarda adeta bir bilim kurgu filminden fırlamış gibi hayatımıza giren sanal influencerlarla yeni bir boyut kazandı. Üretken yapay zekanın baş döndürücü yükselişi, aslında uzun süredir aramızda olan bu dijital karakterleri bambaşka bir sofistike seviyeye taşıdı. Bir zamanlar sadece niş bir ilgi alanı olan sanal influencerlar, yapay zekanın akıl almaz gelişimi sayesinde markalar için inanılmaz cazip bir seçenek haline geldi. Peki, bu etten kemikten olmayan dijital yıldızlar, gerçek insanları tahtından edebilecek mi? Bu sorunun cevabı, sanal dünyadaki dijital etki savaşının geleceğini şekillendirecek.
Sanal influencerların markalar için sunduğu en büyük avantajlardan biri, şüphesiz esneklikleri. Onları, markaların ihtiyaçlarına göre kolayca şekillendirebilir, dilediğiniz gibi adapte edebilirsiniz. Fiziksel influencerların aksine, çalışma saatleri, sendikal haklar veya yasal kısıtlamalar gibi “insani” engellerle karşılaşmazlar. Bu durum, pek tabii zamanla sanal influencerların gerçek kişilerin yerini alabileceği ve insan influencerların gelirlerinde ciddi azalmalar olabileceği riskini de beraberinde getiriyor. PitchBook’un raporu da bu tezi destekliyor: Üretken yapay zeka alanındaki ilerlemeler, sanal influencerların üretim maliyetini düşürürken, sundukları kalitenin ve hızın artmasına olanak sağlayacak. Yani, dijital etki maliyeti düşerken, verimliliği artıyor.
Lil Miquela gibi dijital fenomenler, şimdiden bu yeni dünyanın süperstarları arasında. Dior, Calvin Klein ve BMW gibi global markalarla iş birliği yaparak milyonlarca takipçiye ulaşan Lil Miquela, Instagram’da 3 milyonluk takipçi kitlesiyle dijital dünyada adeta bir yankı uyandırdı. Yalnızca bir örnek de değil! Amerikan pazarlama ajansı Imaginuity tarafından geliştirilen Cindy adlı sanal influencer, ABD genelindeki 13 alışveriş merkezinde başarıyla tanıtılarak, sanal karakterlerin fiziksel dünyadaki dijital etki gücünü de kanıtladı. Bu başarılar, markaların neden bu dijital varlıklara yöneldiğini açıkça gösteriyor.
Dijital Etki Yaratmanın Zorlukları: Sanal Influencer’ların Zayıf Karnı
Her ne kadar sanal influencer’lar kulağa dört dörtlük çözümler gibi gelse de, onların da kendi “topuk aşilleri” var. PitchBook raporu, bu dijital karakterlerin kozmetik gibi daha basit ve yüzeysel ürünlerin tanıtımında oldukça etkili olduğunu gösteriyor. Ancak işler, spor ekipmanları veya mobilya gibi daha karmaşık, dokunma ve deneyim gerektiren ürünlerin pazarlamasına geldiğinde, sanal influencer’ların dijital etki gücü azalabiliyor. Bir ürünü gerçekten deneyimleyememeleri veya kişisel bir bağ kuramamaları, tüketiciler nezdinde bir boşluk yaratabiliyor.
Bu durum, aynı zamanda sanal influencer’ların telif hakları, algoritmik önyargılar, deepfake teknolojilerinin kötüye kullanımı ve tüketici manipülasyonu gibi etik sorunlara daha açık hale gelmelerine neden oluyor. Sanal bir varlık üzerinden yapılan manipülasyonlar, gerçek bir kişiye kıyasla çok daha kolay ve kontrol edilmesi zor olabilir. PitchBook’un araştırmasına göre, birçok marka sanal influencer’larla iş birliği yapmaya başlasa da, tüketiciler hala gerçek influencer’ların tavsiyelerine daha fazla güveniyor. Özellikle Z kuşağının yaklaşık %60’ının influencer olma hayali kurduğu bir dünyada, arkadaş ve aile önerilerine olan güvenle influencer’lara duyulan güvenin neredeyse eşit düzeyde olması, insani bağın dijital etki üzerindeki gücünü koruduğunu gösteriyor.
Güven Krizi: Tüketiciler Gerçek Dijital Etki Arıyor
Sprout Social tarafından geçtiğimiz Nisan ayında yayınlanan bir rapor, tüketicilerin yaklaşık %50’sinin influencer önerilerine dayanarak günlük, haftalık ve aylık alışveriş yaptığını gösteriyor. Bu, influencer pazarlamasının ne kadar güçlü bir araç olduğunu kanıtlıyor. Ancak konu sanal influencer’lara geldiğinde, tüketiciler arasında ciddi bir kutuplaşma yaşanıyor. Tüketicilerin %37’si bu dijital karakterlerin kullanılmasını desteklerken, aynı oranda bir kesim ise buna karşı çıkıyor. Bu oranlar, sanal influencer’ların herkesin “kalbini çalamadığını” gösteriyor.
Tüketiciler, bir ürün veya hizmet hakkında tavsiye alırken genellikle gerçek ve deneyimlenmiş bir kişisel bağ arayışında oluyor. Sanal bir karakterin bu bağı kurması, ne kadar iyi tasarlanmış olursa olsun, zorlayıcı olabiliyor. Güven, pazarlamanın temel taşıdır ve sanal varlıkların bu güveni nasıl inşa edeceği hala tartışmalı bir konu. İnsanların empati kurabileceği, hatalar yapabilen ve gerçek hayatta var olan figürlere duyulan güven, sanal influencer’ların henüz tam olarak taklit edemediği bir unsur. Bu durum, markaların dijital etki stratejilerini belirlerken gerçek ve sanal arasında dikkatli bir denge kurmasını gerektiriyor.
Hibrit Stratejiler: Dijital Etki İçin İki Dünya Birleşiyor
Görünen o ki, markalar bu yeni dijital etki savaşında tek bir silaha güvenmiyor. Bazı markalar sadece gerçek influencer’larla çalışmayı tercih ederken, bazıları akıllıca bir stratejiyle her iki tür influencer’ı bir arada kullanıyor. Örneğin, Coach markası, yılın başında düzenlediği “Find Your Courage” kampanyasında Lil Nas X, Camila Mendes, Youngji Lee, Kōki ve Wu Jinyan gibi dev ünlülerin yanı sıra sanal influencer Imma’yı da sahneye çıkardı. Bu hibrit yaklaşım, hem gerçekliğin güvenilirliğini hem de sanalın esnekliğini bir araya getiriyor.
Kim Kardashian da kendi Skims markasının reklamında kendisinin dijital kopyalarını kullanarak Wieden + Kennedy Portland ajansı ile iş birliği yaptı. Bu, ünlülerin bile kendi sanal versiyonlarıyla dijital etki yaratabileceğini gösteren ilginç bir örnek. Skims, PitchBook raporuna göre en başarılı influencer markalarından biri olarak öne çıkıyor ve değeri tam 4 milyar dolara ulaşmış durumda. Başlangıçta sadece çevrimiçi olarak satış yapan Skims, geçtiğimiz Haziran ayında Washington D.C.’de ilk kalıcı fiziksel mağazasını açtı ve Florida, Teksas ve Georgia’da da yeni mağazalar açmayı planlıyor. Bu, sanalın gücüyle başlayıp fizikselde büyüyen bir dijital etki başarısı hikayesi.
Benzer içeriklere buradan ulaşabilirsiniz.